Kürt Kadını ve Feminizm: Kesişimler
- Hevi Akademi
- 2 gün önce
- 2 dakikada okunur

Feminizmle tanışmam, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dair kavramsal bir farkındalık kazandırdı. Kadın emeği, şiddet, kamusal alandaki görünmezlik gibi konular üzerine düşünmeye başladım. Ancak zamanla fark ettim ki, bu anlatıların çoğu bana dokunmuyordu. Benim kimliğim —Kürt, yoksul, taşralı bir kadın olarak var oluşum— bu çerçevede temsil edilmiyordu. Feminist teoriler kadını çoğunlukla evrenselleştirilmiş, sınıfsız, etnik kimliğinden arındırılmış bir özne olarak kurgularken; benim deneyimim bu anlatının sınırlarının dışında kalıyordu.
Kürt kadınlarının yaşadığı baskı, yalnızca patriyarkal düzenin bir sonucu değildir. Kürt halkına yönelik yüzyıllardır süren devlet politikaları —inkâr, asimilasyon, zorla göç, dil yasağı, militarizasyon ve dönem dönem açık soykırımlar— kadın bedeninde ve yaşamında çok daha yıkıcı biçimlerde tezahür etmiştir. Sömürgeci devletlerin Kürt coğrafyasına yönelik özel politikaları, özellikle Kürt kadın bedeni üzerinden işlemiştir.
Tecavüz, taciz, çıplak arama, gözaltında cinsel şiddet gibi pratikler, sıradan devlet şiddetinden çok öteye geçerek Kürt kadın bedenini hedef alan bir egemenlik biçimine dönüşmüştür. Bu durum, kadınların yalnızca toplumsal cinsiyetleri nedeniyle değil, etnik kimlikleri nedeniyle de şiddetin hedefi hâline geldiğini gösterir. Kürt kadını, hem ataerkil yapıların hem de sömürgeci devlet aygıtlarının çifte baskısı altında yaşamaktadır.
Bu noktada feminist olduğunu iddia eden ama kendi devletinin Kürt kadınlarına uyguladığı şiddete sessiz kalan kadınlar da sorgulanmalıdır. Devletin militarist pratikleri karşısında “tarafsız” kalmayı tercih eden ya da inkâr politikasına ortak olan feministler, bu sessizlikleriyle sömürgeci pratiğin suç ortakları hâline gelirler. Çünkü susmak da bir tercihtir; görmezden gelmek de bir şiddet biçimidir.
Sorunlarımız aynı değildir. Kadın olarak yaşanan ezilmişlikle, Kürt kadın olarak yaşanan ezilmişlik birbirinden ayrılamaz ama eşitlenemez de. Biz sadece cinsiyetimiz nedeniyle değil, kültürel, dilsel ve siyasal kimliğimiz nedeniyle de bastırılıyoruz. Dilimizi konuşmamız yasaklandığında, köylerimiz yakıldığında, bedenimizden “düşman” devşirildiğinde — bu sadece bir kadınlık hâli değildir; bu aynı zamanda bir halkın kadını olarak yaşamanın bedelidir.
Feminizm bana kadınların yaşadığı eşitsizlikleri anlamak için bir dil sundu. Ancak o dilin içinde kendi hikâyemi anlatacak yer bulamadım. Bu yüzden kesişimsel feminizme yöneldim; çünkü kimliklerimin birbirini kesen, büyüten ve çoğu zaman yaralayan yanlarını sadece bu çerçeve içinde görebildim. Ama biliyorum ki, Crenshaw’ın kavramsallaştırdığı kesişimsellik dahi, Kürt kadının yaşadığı etno-politik şiddeti tam olarak kapsayamaz.
Kürt kadınlarının mücadelesi bir özgürleşme mücadelesi değil yalnızca — bir var kalma mücadelesidir. Feminizm, bu mücadeleyi görmeden, duymadan, anlamadan tamamlanamaz. Artık eksik ve dışlayıcı anlatılarla yetinmek yerine, kendi özgün deneyimlerimizi ve sesimizi görünür kılmaya odaklanıyoruz.
Solin
Comments