top of page

Neanderthal’den NEONeanderthal’e doğru giden yolculuktaki tanrısal egonun vardığı son nokta transhumanizm




ree

Yazan : ZANYAR ALTUN


İnsanlık tarihini yalnızca taş aletlerden silikon çiplere geçen teknik bir ilerleme olarak okumak, onun ruhsal derinliğini göz ardı etmektir. Çünkü insan; yalnızca üreten, hesaplayan ve tasarlayan bir varlık değil; aynı zamanda düşünen, sorgulayan, hatırlayan ve unutan bir varlıktır. Zihin, yalnızca bilgiyle değil, belirsizlikle de beslenir. Tam da bu bilinmezliğin içinde, tarihsel bir çağrının, varoluşsal bir izdüşümün yankısı gibi yükselir bir söz: “Neanderthal’den NEONeanderthal’e doğru giden yolculuktaki tanrısal egonun vardığı son nokta transhumanizm.” Bu söz, yalnızca geçmişten geleceğe bir yürüyüşü değil, insanın kendi kendisiyle hesaplaşmasını, doğayla olan bağını koparmasını ve sonra yeniden o bağı kurmaya çalışmasını anlatır.


Neanderthal, burada yalnızca bir tür adı değil; insanın doğayla kurduğu ilk bağın sembolüdür. O, hayatta kalmakla yetinen, evrenle çatışmayan, zamanla tartışmayan bir insandır. Doğal olanın ritmiyle uyumlu, sezgileriyle var olan, göğü tanrı kabul eden ama yıldızlara el uzatmayan bir zihin hâli. Ne var ki zaman geçtikçe, bilinç katmanları kalınlaştıkça, bu insan artık yalnızca yaşamakla yetinmemeye, anlamak ve kontrol etmek istemeye başlar. Tanrılardan ateşi çalmakla başlayan bu serüven, bugün laboratuvarlarda, veri merkezlerinde, yapay zeka kodlarında sürmektedir. Ve bu serüvenin içindeki en güçlü itici güç, “tanrısal ego”dur: Kendisini tanrı gibi gören, sınırsızlığın mümkün olduğuna inanan ve doğanın üstünde bir yazgı arzulayan benlik.


Bu ego, başlangıçta bir kurtuluş arzusuyla hareket eder. Acıyı azaltmak, hastalığı yenmek, ömrü uzatmak... Ancak zamanla bu çaba, doğanın sınırlarını esnetmekten çok, onu ihlâl etmeye dönüşür. Çünkü artık amaç sadece iyileşmek değildir; mükemmelleşmek, hatta daha ötesi, doğayı ve ölümü mağlup etmektir. İşte bu noktada transhumanizm devreye girer: İnsan zekâsını, bedenini, belleğini yapay araçlarla aşmak; biyolojik olanın yerine sentetik olanı koymak; insanı bir projeye, bir yazılıma, bir algoritmaya dönüştürmek. Ancak burada bir ironi saklıdır: İnsan kendini aşarken, belki de en çok kendine yabancılaşır. Çünkü ne zaman bir sınırı aştıysa, geride sadece taşları, toprakları değil, anlamı da bırakmıştır.


NEONeanderthal kavramı, işte bu yabancılaşmanın en çarpıcı metaforudur. Neon ışık, doğanın renklerini bastıran yapay bir parıltıdır; Neanderthal ise o doğanın kendisidir. Bu ikisini birleştiren bir insan tipi, hem geçmişin hayaletini hem geleceğin gölgesini taşır. Artık duyumsamaz, sezgisel değil; veriyle konuşan, simülasyonla düşünen bir varlıktır. Onun için gerçeklik, biyolojik değil, dijital bir uzaydır. Ancak sorun tam da burada başlar: Bu yeni varlık türü, daha üstün değil, daha yapaydır. Daha güçlü değil, daha yalıtılmıştır. Daha uzun yaşayan, ama daha az hisseden bir bilinç modelidir.


Sözde geçen “son nokta” ifadesi, bir tamamlanmayı değil, bir kırılmayı, bir kopuşu işaret eder. Bu kopuş, yalnızca biyolojiden teknolojiye geçiş değil; anlamdan biçime, sezgiden yapıya, ruhtan veriye geçiştir. Transhumanizm, insanlığın ulaştığı doruk değil, yöneldiği uçurum da olabilir. Çünkü insanı insan yapan şey, sınırlarını yok etmek değil, onları fark etmek ve onlarla anlamlı ilişkiler kurabilmektir. Teknolojiyi kutsallaştırmak, tanrıyı makineye dönüştürmektir. Oysa insan, kutsal olanı teknolojiye değil, teknolojiyle birlikte aramalıdır. Bilgelik, güçte değil; güçle nasıl yaşanacağını bilmektedir.


Bu bağlamda söz yalnızca bir aforizma değil; bir çağın aynasıdır. Bir tür manifesto gibi okunmalıdır: Teknolojinin baş döndürücü ilerleyişine karşın, insanî olana dair bir duruş, bir direnç, bir hatırlayış önerisidir. Bu hatırlayış, Mezopotamya'nın kadim seslerinden, doğanın nabzından, bedenin içkin hafızasından yükselir. Eğer transhumanizmin soğuk metallerinde ısrar edersek, NEONeanderthal’in ışıltısında gözlerimizi kaybedebiliriz. Ama eğer teknolojiyle birlikte bilinci, etik değerleri, merhameti ve ruhu da ileri taşıyabilirsek; bu kez yolun sonu bir yıkım değil, daha yüksek bir insanlık formu olabilir.


İşte bu yüzden bu söz, geçmişin bilgeliğiyle geleceğin teknolojisini birleştirme çağrısıdır. Çünkü mesele sadece ne olacağımız değil, kim olarak kalacağımızdır.

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page