Olan Oldu! Peki Şimdi Ne Yapmalı?
- Hevi Akademi
- 20 Tem
- 2 dakikada okunur

YAZAN : DILBIRÎN BARIŞ BOZKURT
Herkesin yakından takip ettiği gibi, Devlet Bahçeli’nin başlattığı ve Abdullah Öcalan’ın devam ettirdiği bir süreçten geçiyoruz. PKK, 11 Temmuz tarihinde sembolik bir törenle Türkiye Cumhuriyeti devletine, uluslararası gözlemcilere ve küresel emperyalist güçlere, sürece samimi yaklaştıklarına dair bir silahları devre dışı bırakma töreni düzenledi. Besê Hozat’ın öncülük ettiği törende okunan metinden ve sonrasında yaptığı açıklamadan anlaşılacağı üzere, PKK de en az Kürt halkı kadar sürece temkinli yaklaşıyor ve devletle aralarında henüz bir güven oluşmadığı görülüyor.
Süreç taraflar arasında tartışıladursun, Kürdistani parti, dernek, platform ve gruplar tarafından da ağır biçimde eleştiriliyor. Bu tartışmalar arasında benim aklıma şu soru geliyor:
Kürdistaniler bu süreçte ne yapmalı?
Bu sorunun birçok cevabı olduğunu söylemek mümkün. Bu çoklu cevapları detaylandırmak bana düşmez, ancak sorunun cevapsız kalmaması gerektiği konusunda bu yazının okuyucularıyla hemfikir olduğumuzu düşünüyorum.
PKK hareketi ve Abdullah Öcalan’a yöneltilen en büyük eleştirilerden biri, Kürdistani çevreler tarafından Türkiye merkezli paradigma ve siyasetle birlikte gelen Misak-ı Millî anlayışına dayanmaktadır. Bu konuda haksız olduklarını söylemek zordur. Nitekim 2013 Amed Newrozu’na gönderdiği mektupla Kürt halkına bu anlayışı alkışlatan kişi de Abdullah Öcalan’dı.
Kürdistanilere yöneltilen en büyük eleştiri ise (benim nazarımda) emek vermemiş ve hâlâ vermiyor olmalarıdır. Yakın zamanda PKK yöneticileri verdikleri röportajlarda “Ortada verdikleri bir emek yok, oturdukları yerden konuşuyorlar” gibi ifadeler kullanmıştı. Bu eleştirinin abartılı yönleri olsa da, Kürdistani parti ve derneklerin son yıllarda Kürt ulusal siyaseti ve mücadelesinde pasif kaldıklarını söylemek pek de yanlış olmayacaktır.
Tam da bu noktada, içinde bulunduğumuz bu süreç, Kürdistani çizgide konumlanan ancak parçalanmış durumdaki parti ve örgütler açısından dikkatle değerlendirilmesi gereken bir döneme işaret ediyor.
Naçizane fikrim, Kürdistani hareketlerin ortak bir çatı altında birleşmesi gerektiğidir. Öncelikle Kuzey Kürdistan’da pasifize edilmiş, Kemalist ideoloji çerçevesinde politik duruşa evrilmiş Kürt halkının Kürdistani yapılara karşı olan tutumunu dönüştürecek bu tür bir birliktelik, olası bir ulusal kongrenin de daha güçlü ve verimli geçmesini sağlayabilir. Aynı zamanda Kürt halkının, Kürdistani ilkeler çerçevesinde örgütlenmesini de önemli ölçüde kolaylaştıracaktır.
Bu doğrultuda Kürdistaniler, iyisiyle kötüsüyle içerisinden geçtiğimiz bu sürece dahil olmalıdır. Eleştirilerini, kaygılarını, fikir ve teorilerini dışarıdan değil, doğrudan sürecin içinde, birinci ağızdan dile getirmek ve bu doğrultuda çalışma yürütmek hem örgütlenmeyi geliştirecek ve genişletecek hem de sürecin Kürt halkının lehine evrilmesine katkı sunacaktır.
Demokratik siyaset adına adım atan PKK ve DEM Parti’nin de, Kuzey Kürdistan’da kendi tekeline aldığı Kürt siyasetini bu tekil yapıdan çıkararak Kürdistani fikirlere açık hale gelmesi gerektiğini gözden kaçırmamak gerekiyor. Aynı doğrultuda, Kürdistani çevrelerin de bir diyalog ve tartışma kapısı aralaması, hatta gerekiyorsa bu yolu bizzat kendilerinin oluşturması gerektiğini düşünüyorum.
İçinden geçmekte olduğumuz bu süreç, mutlak bir çözüm vaadi taşımamakla birlikte, Kürt halkı açısından tarihsel bir dönem niteliği taşımaktadır. Bu nedenle Kürdistani yapıların sürece umut ya da ret temelinde değil, eleştirel ve ilkeli bir siyasal pozisyonla yaklaşması zorunludur. Kendi politik hattını güçlendiren, halkla bağını yeniden kuran ve Kürt meselesine dair alternatif bir perspektifi örgütlü biçimde ortaya koyan bir tutum; hem mevcut tıkanmışlığı aşmak açısından hem de gelecek kuşaklara karşı sorumluluk bakımından ertelenemez bir görevdir. Kürdistani çevreler bu süreçte dışardan izlemeye mahkum kalmak yerine söz, yön ve ağırlık sahibi olmalıdır.




Yorumlar