Ortadoğu Krizinin Kaynağı ve Kürt Halkının Ulusal Hak Mücadelesi
- 18 Tem
- 2 dakikada okunur

Yazan: DÎYAR KURDÎ ✍️
Ortadoğu, 150 yılı aşkın bir süredir sistemsel krizlerin merkezinde yer almaktadır. Bu krizlerin temel nedeni, bölgenin hâlâ bir “sistem” arayışı içinde olmasıdır. Kürdistan ve Filistin gibi bölgeler bu yapısal arayıştan doğrudan etkilenmiş, uluslararası sistem ise bu krizlere kalıcı ve yapısal bir çözüm sunamamıştır. “Halkların kendi kaderini tayin etme hakkı” anlamına gelen self-determinasyon ilkesi, Kürt milleti söz konusu olduğunda ne yazık ki uluslararası hukukta karşılık bulmamış; bu temel hak uzun süre görmezden gelinmiştir.
Bu bağlamda, 2017 yılında Güney Kürdistan’da – yani Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde – gerçekleştirilen bağımsızlık referandumu son derece çarpıcı bir örnektir. Halkın %92,73’lük büyük çoğunluğu “evet” demesine rağmen, ne Birleşmiş Milletler ne de insan hakları kuruluşları bu halk iradesini tanımış ya da desteklemiştir. Uluslararası toplumun sessizliği, Kürt halkının meşru talepleri karşısında uygulanan çifte standardı bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Bu durum, emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki krizi kendi çıkarlarına uygun biçimde sürdürmek istediklerini de açıkça ortaya koymaktadır. Bu güçler, krizleri çözmektense onları birer araç olarak kullanmakta ve bölgedeki istikrarsızlığı stratejik bir denge unsuru olarak korumaktadır.
Bu sorunların kökenini anlayabilmek için tarihsel sürecin doğru okunması zorunludur. Fransız Devrimi’nin ardından dünya yeni bir sistem arayışına girmiş, bu devrimle yayılan milliyetçilik akımları imparatorlukları ve beylikleri çözerek ulus-devletlerin kurulmasına zemin hazırlamıştır. 19. ve 20. yüzyılda birçok halk bu dönüşüm sürecinde kendi ulusal devletlerini kurmayı başarırken, Kürtler bu sürecin dışında bırakılmıştır.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında şekillenen yeni dünya düzeninde de Kürtler kendi kaderlerini tayin hakkından mahrum kalmışlardır. Sadece devlet kurma hakları değil, kültürel ve kimliksel hakları da ellerinden alınmıştır. Kürt halkı; Türkiye, İran, Irak ve Suriye olmak üzere dört devlet arasında bölünmüş ve her birinde asimilasyon politikalarıyla karşı karşıya kalmıştır. Türkiye’de “Türk”, Suriye’de “Arap”, İran’da “Fars” ve Irak’ta yeniden “Arap” kimliğiyle tanımlanan Kürtler, bu devletlerin ulus inşa süreçlerinde “yok sayılan özneler” hâline getirilmiştir.
20. yüzyılın ikinci yarısında dünya “emperyalist blok” ve “sosyalist blok” olmak üzere iki kutuplu bir yapıya bürünmüştü. Bu bölünme Ortadoğu’daki gelişmeleri de doğrudan etkilemiştir. 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bu iki kutuplu yapı sona ermiş, dünya yeniden bir arayış sürecine girmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde emperyal güçler, bölgede kendi çıkarlarını koruyacak küçük örgütler kurmuş ve bu örgütler aracılığıyla bölgeye müdahalede bulunmuşlardır.
Bu dönemde İran, Rusya, ABD ve İsrail gibi aktörler doğrudan savaşmak yerine bölgesel müttefikleri ve milis güçleri aracılığıyla vekâlet savaşları yürütmüştür. İran, Haşdi Şabi ve Hamas gibi grupları İsrail’e karşı kullanmış; Suriye’deki Beşar Esad yönetimi de bu mücadeleye destek vermiştir. Ukrayna savaşı ise bu dengeleri bir kez daha değiştirmiş, Rusya’nın bölgedeki etkisinin azalmasına ve Suriye’deki Esad rejiminin zayıflamasına yol açmıştır.
Tüm bu gelişmeler, emperyalist güçlerin Ortadoğu’da kalıcı barıştan değil, kalıcı kaostan yana olduklarını bir kez daha ortaya koymuştur. Sürekli değişen dengeler, bölge halklarını istikrarsızlığa, yoksulluğa ve çatışmalara mahkûm etmektedir. Özellikle Kürtler, Filistinliler ve Ukraynalılar bu savaş ve kriz politikalarının başlıca mağdurlarıdır.
Ortadoğu’daki “sistem arayışı”, uluslararası hukukun temel ilkelerinin sistematik olarak ihlal edilmesine yol açmaktadır. Self-determinasyon gibi temel hakların çıkar hesaplarına kurban edilmesi, yalnızca Kürt halkının değil, tüm bölge halklarının güvenliğini ve barışını tehdit etmektedir. Kalıcı bir çözüm için, bölge halklarının iradesine dayanan, adil ve kapsayıcı bir sistemin inşası zorunludur. Tarihsel gerçeklikler tanınmadan ve halklara eşit temsil hakkı tanınmadan, Ortadoğu’da ne barış ne de adalet mümkün olabilir.
Yorumlar