ÖZBENLİK VE TOPLUMSAL BENLİKTEN OLUŞAN AYDINLANMA
- Hevi Akademi
- 13 Haz
- 2 dakikada okunur
YAZAN : ŞERVAN KARDUXOS

Doğar doğmaz kimliksiz bir yaşama mahkûm edilip ve toplumun her alanında ki bütün olanaklarından mahrum bırakılmış ailesinden, çevresinden, köyünden, aşiretinden, yaşadığı şehirden ve coğrafyası olan Toplumsal Benliği ve kendi Özbenliği arasında oluşturulmuş uçurumu kapatamamış meydanında çarpık ahlaksız normları ile zihinsel bunalıma tabi tutularak yozlaşma eşiğine getirilen Kürt genci bugünde milliyetçilik kisvesinde tekrardan kendini yeşertmeye çalışmak istemektedir. Özbenliğimiz ve Toplumsal Benliğimiz arasında oluşturulmuş kimlik krizi bizi birey, toplum, coğrafya anlamında bir uçuruma sürüklemek ile beraber yok oluşun ve krizlerin çatışması alanında getirmektedir.
Bireysel özgürlüğünü dahi yaşayamayan bir birey toplumsal özgürlüğünü nasıl yaşayabilir? Kaldı ki toplum denilen olgu bireylerin bir araya getirerek oluşturduğu hiyerarşik bir düzen kümesi değil midir? Ve bu düzenin içinde en temel öncelik bireyin bireysel haklar çerçevesinde fikirlerini, düşüncelerini, Özbenliğini müdafaa edip bunu toplumsal bir imaj neticesinde bir kimlik oluşturmaktır. Kürt milleti neredeyse 300 yıldır savaşlar, göçler, yıkımlar neticesinde sürekli bir çatışma arasında paylaştırılmaktadır. Sözde emperyalist güçler her ne kadar destek verdiğini söylese de esas amaçları bu coğrafyanın yerli otokton halkı olan Kürt Milletinin sürekli bir çatışma halinde yaşamlarını sürdürüp krizlerin ana odağı haline getirip burayı kendi çıkarları gereği yönetebilmek istemesidir.
Bugün 70 Milyon bir nüfusu aşan ve her türden din, inanç, folklor, edebi kültür taşıyan bu milletin küresel kapitalist dünyada büyük bir ekonomik altyapılarının olmaması veyahut dünya üzerinde etki etmiş başarısının olmaması bizim utancımız olmalıdır. Tarihsel süreç boyunca büyük imparatorluklar kurmuş doğu imparatorluklarından batı imparatorluklarına, Mısır yarım adasından Yunan medeniyetine kadar gerek mitolojik, gerek dilsel ve dinsel büyük etkiler ve miraslar bırakmış bir milletin bugün kendi sessizliği ve çaresizliği içinde olması tarihi utancımız olmakla beraber bizi düşünmekten ziyade tam tersi daha çok duygusallaştırması ne denli bir zihinsel tahribat ve çöküş yaşadığımızın sosyolojik bilimsel gerçekliğidir.
Bütün bu gerçeklikleri bırakıp ütopik düşünceler geliştirerek koskoca kültür ve medeniyete sahip olan bu milletin düşmanından daha çok zihinsel girdabın içine sokanlar ve bunu destekleyenler(de) yanlış yolda olduklarının farkına varmaları gerekir aksi takdirde kendileri kendi yozlaşmışlıkları içinde çürüyüp gideceklerdir.
Eğer ki bir Rönesans, aydınlanma yaratmak istiyorsak kendi yozlaşmışlıklarımızı, ahlaksızlıklarımızı, kaybedişlerimizi, ihanetlerimizi, sömürge olduğumuzu kabul etmeliyiz. Zira Aydınlanmanın ilk basamağı bireyin ve bireylerden oluşmuş olan Toplumun kendi gerçekliğini bütün benliği ile kabul etmesidir. Bu kabulleniş teslimiyet veyahut yok oluş değildir aksine özgür düşüncenin oluşacağı ve bütün gerçeklerin çıplak bir biçimde gün yüzüne çıkacağı aydınlanmanın özgürlüğüdür İşte o an birey/toplum manevi bir uyanış ile beraber dönüşüm yaşayacaktır. Kaldı ki aydınlanma bütün yalanların çöküp gerçeğin ortaya çıkması demektir bu YÜZLEŞMEKTİR. Yüzleştiğimizde her şey berrak biçimde bizi özgürleştirecektir.




Yorumlar